12 Şubat 2013 Salı

Eksik bir şey mi var?

 Evet var! Ne olduğunu kestirememe rağmen eksik olan bir şey var. Bir şeyler yolunda gitmiyor sanki. Yapmam gerekenler var fakat ben kılımı kıpırdatmıyorum bunun için. Bahanem de hazır; ne yapacağımı bilmiyorum. Kendime bunun için çok kızıyorum.
 Siz de bazı zamanlar kendinizi çok gereksiz hissetmiyor musunuz? Yoksa bunu hisseden yalnızca ben miyim? Böylesi durumlarda kendimi Dostoyevski ile avutuyorum ' Her şeyi anlayan bir adam kendine nasıl saygı duyar.'. Bu cümleye sığındığıma bakmayın, kendimi bahaneler yaratan bir aptaldan fazla görmüyorum.
 Sanki bir mahzen yaratmışım kendime, yerin en altına. Bütün benliğimi kapatmışım oraya. Bir de utanmadan yanlış bir şeyler var diye yakınıyorum. Sürekli Dostoyevski'den birkaç cümleyi tekrarlıyorum kendi kendime. Bütün yazılarını üstüme alınıyorum. 'Kendi köşeme çekilmişim; zeki insanların önemli bir iş tutamayacakları, tutanlarınsa aptal oldukları gibi kin dolu, hoş bir avuntuyla günlerimi doldurup gidiyorum.' Mutsuzken bunları düşünüyorum işte haddim olmayarak. Mutlu insanlar aptal, mutlu olmamaları gerek diyorum kendi kendime, içten içe kıskanarak.
 Zıtlıklarla dolu bu dünyada ben de kendime bir yer edinmeye çabalıyorum sadece. İstediğim olmayınca da mızıkçı çocuklar gibi köşeme çekilip kin dolu bir ifadeyle uzaktan izliyorum benim yerimi dolduranları. Çocuk gibi dedim ya öyle işte hemen unutuverip hıncımı, aldanıyorum bir gülümsemeye. Başka mekanlarda, başka oyunlar yaratma çabasına giriyorum.
 Bazen de kendi kendime masallar yaratıyorum. İnanır mısınız bilmem ama kendi yarattığım masallarda bile kaybeden taraf hep benim. Prensini bekleyen bir prenses oluyorum, prensim attan düşüyor, ormanda onu pamuk prenses buluyor. Birlikte mutlu yaşıyorlar... Aşık olduğum adam benim için çöllere düşüyor, çölde gördüğü dişi kutup ayısına aşık oluyor. Ayıyı öpünce o da prenses oluyor. Birlikte mutlu yaşıyorlar..
 Gerçekten eksik olan bir şeyler var.


' Size şunu söyleyeyim ki, benim gibi yeraltı adamlarının dizginini sıkı tutmak gerekir. Kırk yıl yeraltında sesimizi çıkarmadan otururuz, ama bir de fırsatını bulup yeryüzüne çıktık mı, dırdırımızdan kurtulamazsınız.'
( Dostoyevski'ye ait olan cümleler Yeraltından Notlar kitabının, Cumhuriyet Gazetesi Dünya Klasikleri Serisi'nden alınıştır.)

11 Şubat 2013 Pazartesi

Kız Çocukları ve Babaları

 Belki baba diyerek başlamam çok saçma gelecek size. Ama baba kelimesi çok önemlidir. Herkes kaldıramaz bu kelimeye yüklenen anlamaları. Mesela benim babam kaldıramadı.
Altında kendi ezildiği gibi beni ve kardeşimi de ezdi.
 Kız çocukları ve babaları... Kız çocukları aşıklardır babalarına. Ben de aşıktım hem de çok aşıktım. Size hayal kırıklığımı şöyle anlatayım. Birini tanırsınız yada tanıdığınızı sanırsınız. O mükemmeldir, o sizin hayatınızdan bir parçadır. Fakat daha sonra onun beyaz atlı prens değil de at hırsızı olduğunu görürsünüz. ‘ artık eskisi gibi değilsin, seni yanlış tanımışım deyip terk edersiniz ’ Benim durumum da neredeyse bunun gibiydi. Tek fark babam benim hayatımdı ve hiçbir zaman terk edemedim.
  Büyüyene kadar babamla aram hep iyi olmuştur. Babama kalsa hala iyi ama benim açımdan çok şey değişti.
 Çok şımarıktım kabul ediyorum, babasının küçük şımarık kızıydım. Bakkal maceralarımız da çok olurdu babamla. -baba azcık şey alcam, bakkala leblebi tozunun şekerlisi gelmiş bir ondan alcam bi de sakız baba bakkala gitsek yeaaa -.  diye mızmızlanmalarımdan sonra istikamet bakkal olurdu her zaman. Bakkala girmeden önce az şey alacağıma tekrar yemin eder sınırı geçersem iki gözümün öne akacağında dair yeminler ederdim. 
 Kendine ek iş olarak pezevenklik, hobi olarak Cuma namazına gitmeyi adet edinmiş dindar ahlaksız mahalle bakkalımıza selamlar olsun. Oldum olası korktum ben bu bakkaldan ve oğullarından. Adamın kızı yok karısı da çirkin. Hani sana bir şey yapsa küfür edebileceğin kimsesi yok herifin. Oğlu robot ayağına bakkal köşelerine sıkıştırmaya çalışmadı değil aslında... Siberadam gibiydi, DW sevgimin oradan geldiğini tahmin ediyorum bu yüzden.
 O gün Allah'tan tek değildim ve babacığım (bankacığım, mali işler sorumlum) yanımdaydı, onu kandırmıştım kötü emellerime bir kez daha alet edebilecektim. Sadece leblebi tozu almayacaktım. Ahahhaha . Futbolcu kartlarından da alacaktım. Çünkü kartlarım utulmuştu ve hep yakışıklıları gitmişti. Aslında yakışıklı olanları saklardım nasıl olduysa girmişler çirkinlerin arasına. Gökdeniz Karadeniz gidince ağlıyacaktım resmen. Ağlasam çok daha kötü olurdu, zaten bana mızmız diyorlar bir de Galatasaraylıyım yani Trabzonspor'dan bana ne. Ama aşk bu işte farklılıklar aşka engel tanımaz. Neyse o kart çıkan kutucuklardan birsürü alıp aşkımı bulmalıydım.
 Cebinde parası olmayan babamın namuslu bakkalımıza veresiye isteğini duymuyodum bile o derece havalardaydım. Şu an ki kızların eline limitsiz kredi kartı verip mangoya atılması erkeklerin de Victoria Secret mankenleriyle ıssız bir adaya düşmesi gibi bir mutluluk tarif edilemez.
 Kokulu silgilere odaklanan ben babamın dikkatini çekmiştim. Ahh o bakışlar, -neden sözünü bir sefer olsun tutmuyorsun bakışları- bense –beni tanıyorsun hiç değişmeyeceğim ahahah- bakışını atarak kokulu silgilere bir hamle yaptım.
 Ellerimi doldurduktan sonra babamın yanına geldim. Hemen leblebi tozlarına baktım. Hemde şekerli olanlarında 2 tane kaptım ve bakkal amcanın önüne bıraktım. O salak gülümsemeyle bakınca bakkal amcaya Cuma namazına giden tarafına denk gelirdim hep. –bu sefer de böyle olsun – derdi sürekli. En son 2 tane sürpriz yumurtayı kapardım. Babam da bu fırsattan istifade hemen Samsun 216 isterdi. Vermezdi bakkal emmi tabiî ki de. Ama 2 ekmeğe de hayır demezdi.
 Elimde poşetle eve giderdik. 50 metrelik yol çok ağır gelirdi bana yorulurdum hemen. Çıkardım babamın sırtına. İşte o zaman keyfime diyecek yok. Babam annene bişeyler deme diye yolda anlatırdı sürekli. 'Tamam baba yeaaaa' cevabımı dinlememe rağmen direk yapıştırır anneme de ne varsa söylerdim.
 Zavallım..
O bakkal günlerine tekrar dönebilsem keşke. O zamanlar emindim mutluluğumdan. Dünyam o kadar küçük, gözlerim o kadar kördü ki… Keşke hep öyle kalsaydı.
 Babam devlet memuruydu. Sözünde durmamasıyla ünlüydü. Zaman algısında sorun vardı. Yarınları hiç bitmezdi. Severdi bizi bunu hissederdim, fakat giderdi işte. Bizim yanımızda parası olmazdı, veresiye isterdi hep. Her ayın 15'inden nefret ederim bu yüzden. Babam giderdi.
 Evimiz ilçe esnafının uğrak noktasıydı. Sürekli borçlu olduğumuz esnaflar kapımıza gelirdi. Biryerden sonra alışmıştım. Yeni taktikler geliştirmiştim, kapı çalar çalmaz televizyonun sesini kısıyor parmak ucunda kapıya kadar gidip delikten kim olduğuna bakıyordum. Eğer parasını istemeye gelmiş mağdur bir esnafsa kapıdaki, evde yok numarası yapıyordum. 
 Ayrıca babam bir alkolikti. Bunu yenmesi için annemle kapı önüne bile işedik. Hiç unutmuyorum o anı. Bir şişman dindar teyze dua ederek kapının önüne işemesini söylemişti. Bir umut dedi annem ve saldı gitti. İşe yaramadı tabii ki. Babam içmeye devam etti. Bunu biri öğrenecek diye çok korkardım. Hiçbir arkadaşıma söylemezdim. Fakat bir gün arkadaşlarımla gezerken hacı sakallı bir amca geldi yanıma ' Yavrum baban hala içiyor mu ? O gün bizim kapının önünde bağırdı zor kovaladım vallaha. Senin rızkını vermesi oraya ne kadar da günah. Gel sana bir çift çorap alayım. ' dedi bana. O an ölmek istedim. ' Benim çorabım çok var dedim.' sadece. Arkadaşlarıma baktım. Bir şey söylemeden eve gittim ve ağladım. 
 Bir insanın babasından utanması çok büyük bir acı. 
 Çocukken arkadaşlarımızla -benim babam senin babanı döver- diye tartışmalarımız ne kadar önemliymiş aslında. Ben hep yenildim o oyunlarda. 
 Kardeşim doğduktan sonra işler yoluna girmeye başlamıştı. Fakat bu da benim kıskançlık krizlerine girmeme  neden olmuştu. 10 yaşındaydım ve benim yapamadığımı daha yaşı dolmamış o tombul yanaklı renkli gözlü sarı velet yapıyordu. Babam onun için evdeydi, onu seviyordu ve onu bakkala götürecekti. Hem de veresiye bile istemeden kendi parasıyla ödeyecekti. Ya ben ?  
Bu mutlu aile tablosu en fazla 5 ay sürdü sonra yeniden boka sardık. Ben de hayatımın merkezime kardeşimi yerleştirmiştim.
 Ben lisedeyken annem daha fazla dayanamadı ve olaylı bir şekilde babamı terk etme kararı aldı. Bu kararı babama söyledi ve düzelirse terk etmeyeceğini de belirtti. Babam değişmedi. Evin taşındığı gün  eve gelmedi, kardeşimle ben babannemgile babamla vedalaşmaya gittik bu yüzden. 
 Şu an babam beni pek önemsemiyor. ' baba ' kelimesi canımı yakıyor. Kıskanıyorum da. Ayrıca korkuyorum, babam gibi olmaktan korkuyorum. 

                                         Son olarak; bence babalarınıza hep sarılın..