27 Aralık 2014 Cumartesi

Rapunzel Ankara'da

Merhaba, bugün Ankara’da yine çok yağmur yağdı. Biz kar yağsın istiyorduk, arabaların üstümüze su sıçratmasını sevmiyorduk çünkü.

 Tanrım vazgeç artık şu ‘Yaparım, o benim nimetim.’ düşüncesinden. Arabalar bizi ıslatıyor.

Sefilliğim küçücük bir torbada, ama çok ağır. Kollarımı göğsümde birleşmiş bir halde torba da göğsümün üzerinde. Görünsün istemiyorum. Anlamasınlar.

Yürürken Sakarya’da Rapunzel’le karşılaşıyorum. Elleri göğsünde.

Sözcüklere gerek yok onu duyabilmem için anlıyorum derdini.

Saçları da yağlı.

Peşine takılmaktan kendimi alıkoyamıyorum. Ellerim hala göğsümde.

Adımları seyrek Rapunzel’in. Benim de öyle. Etrafına baktıkça ellerini göğsüne daha da sıkı sarıyor. Başı öne eğik birkaç adım attıktan sonra tekrar etrafını izlemeye başlıyor.

Bir binanın önünde duruyor. Bakışları tedirgin. Bulmak istemiyor ama arıyor . Biraz düşündükten sonra binaya giriyor, ben de arkasından giriyorum.

Merdivenlerden binanın ikinci katına çıkıyor. Ucuz giyimli yabancılar önce Rapunzel’i sonra beni süzüyorlar. Ağda odalarından bağrışlar ve cinsellik hakkında konuşmalar duyuluyor.

Rapunzel duruyor. Arkasını dönüp bana gülümsedikten sonra içeri giriyor.

Saç kesimi beş lira.

Yan yana oturuyoruz. Makas sesleri ve ayaklar altında ezilen saçlarımız.

Ah Rapunzel daha güzel gülümsüyorsun artık.

Kuaföre beş lira ve göğsümüzdeki keseleri veriyoruz.

‘’Bekledim, çok bekledim. Nerede olduğunu bildiğim halde bekledim. Sonra gelişinin anlamını düşündüm. Benden o kadar çok şey almıştı ki bu süre içerisinde, geldikten sonra yerini asla dolduramazdı. Ben de bana gelmesini engelledim artık. Siz de bunu artık klişe haline getireceksiniz. Kadınlar mutsuzluktan saçlarını kestirir yalanına inanacaksınız. Hayır işte bu doğru değil. Saç kestirmek ‘Artık bana gelemeyeceksin.’ demektir.’’


16 Aralık 2014 Salı

MASADA

Son iki aydır oturduğumuz masaya bakarak önünden geçtiğim yerde şimdi tekrar birlikte oturuyoruz.

Keşke bu masada oturma sebebimiz  sadece senin bende, benim sende kalan eşyaların hatırına olmasaydı.


Zamanla birlikte başka hayatlar da geçmiş üzerimizden. İtiraf etmesek de biliyoruz. Daha doğrusu ben biliyorum, sense gözlerini kaçırıyorsun. Oysa ne de çok severdin gözlerini kırpmadan beni izleyerek utandırmayı. Bakamıyorsun artık. Büyük ihtimal bakmak istemiyorsun ya da ne bileyim bakasın gelmiyor işte.

Başka hayatlar…
Bütün suç onlarda.

Garsona seslenirken sen ‘Merhaba’dan sonra söylediğim ilk şey ‘Limonlu soda.’ Oluyor.
‘Çay ve limonlu soda’ diyorsun sen de gülümsemeden. Üstüme alınmamdan korkup garsona bile nezaket göstermiyorsun.
Alınırdım.
Susmaya devam ediyoruz.
Siparişler geliyor.
Teşekkür ediyorum.
Gülümsemiyorsun.
Alınıyorum.

Konuşmaya birimizin başlaması gerekiyor, farkındayız. Bana korkularım engel oluyor sana burada bulunmanın anlamsızlığı. Bir şeyler anlamlı gelmiş olmalı ki yüzünü bana çevirerek konuşmaya başlıyorsun.

-Değişmişsin sen. Eskiden daha güzeldin sanki. İyi bak demiştim kendine. Neden dinlemedin beni?

-Yoo hala aynıyım. ( senden sonra gözlerimi kapatarak görmeye çalıştım çünkü. Senden sonra ben, ben olmaktan çıktım. Senden gidemedim diğer yarımı da diğer hayatlarla paylaştım. )

-Değilsin. Yanlış anlama güzelsin ama önceki kadar değil. Tabii bu beni ilgilendirmez artık ama senin için söylüyorum.

-Bence senin güzellik anlayışın değişmiş yoksa ben hala aynıyım yahu. Değiştim tabi ama o kadar da değil.( Değiştim hatta o kadardan fazla değiştim. Çirkinleştim çünkü mutsuz kadınlar güzel olamaz ki. O kadar mutsuzum ki hiçbir kozmetik ürünü bunu kamufle edemiyor. Hayatıma yeni giren adamlar bunu fark edemiyorlar en azından. )

-Neyse beni ilgilendirmez zaten. Öylesine söylemiştim.

-Öyle deme biz arkadaşız sonuçta. ( Olmaz olsun böyle arkadaşlık.)

Hafif bir gülümseme sonrası tekrar suskunluk başlıyor.

Neden susuyorsam söylemem gereken o kadar çok şey varken. Her şeyi en baştan yaşamak isterken neden susuyorsam. Diğer hayatlara gitmene izin vermemen gerekirken el sallayacağım birazdan sana. Ben o masada öleceğim.

Çayın bittiğinde ben neredeyse hiç içmemiştim sodamdan.

Kalkman gerekiyormuş.

Alacakları alıp, verecekleri verdikten sonra gittin.

Bense şimdi daha da çirkinim ve hayatımı daha fazla parçaya bölüp dağıtmaya devam edeceğim.


9 Aralık 2014 Salı

Katilim ve Ben

Zaman kiplerini parçalara ayırıp hepsini kuşlara vereceğim.

Merhaba katilim.
Beni bir kez daha öldürmen için tekrar sana geldim. Yok olana kadar ölmeye devam edeceğim dolayısıyla sana gelmeye de.
Ölümün saatini baş ucumuza kuruyorum.
Söz ölmeden gitmeyeceğim.
Söz bir daha öleceğim.

Uzaktayken o kadar güzelsin ki sevgili katilim.
Sana geleceğimin düşüncesi unutturuyor bana ölümü.
Kapıyı çalıyorum..
Kapıyı açıyorsun..
Sevişiyoruz..
                                         Yaşıyorum..
Susmaya başlıyoruz.
Ve ben ölüyorum.

Birlikte yaşadığımız koskoca bir mevsimi bir günde tekrar yaşıyoruz.
Sonlar hep aynı.
Düzmece hikayelere inandıktan sonra bu sonlar çok ağır geliyor.
Ne zaman ‘Ben artık alıştım’ desem-k
Yeni bir hikaye daha okuyorum-z.

En kötü rüyalarımı gördüğüm yatakta ruhum kelepçeli.
Kovalıyorum benliğinin ücra köşelerindeki kendimi.
Sakin olmak için şiirler, şarkılar mırıldanıyorum.
Umarsızlığın tenhasında dişlerimi sıkıyorum.
Katilim hızlı olmalısın.
Yetişmem gereken bir hayat var.

Kaybettiklerimin tesellisini arıyorum dar başlayıp giderek genişleyen caddelerde.
Trafik ışıkları var
Arabalar yok.
Yoldan yürüyorum, ayaklarım birbirine çarpıyor.
Katilim, bu sokakta çocuklar yok.
Sen nerdesin?

Zaman kiplerini almadı kuşlar.
Ben de hepsini yakmaya karar verdim.


Bu kez birlikte öleceğiz sevgili katilim.






8 Kasım 2014 Cumartesi

Her Neyse

Sana gelmek istiyorum sadece sana. Gecenin puslu rengine aldırmamak istiyorum. Günlerin geçişinde anlam aramaktan çok sıkıldım sanki. O bilinmezlik var ya işte insanı kemiren, öyle bir hale getirdi ki beni uyuştum hissedemiyorum bile.

Dostoyevski yanılmış acımdan haz falan alamıyorum ben. Bakın nasıl da canım yanıyor hepiniz benim acımı görmelisiniz diyemiyorum. Suskunlaşıyorum hep yaptığım gibi.

Hayatı basite indirgemece oynayalım mı seninle? Matematik dersi gib, sürekli aynı şeyleri üzerine yenileri eklenerek tekrar tekrar yaşadığımızın farkında değil misin? Ama giderek zorlaşıyor işte, giderek artıyor acı eşiğimiz tahammül sınırımız, kayıplarımız ve sevgilerimiz. Büyüyor. Lakin kalpte tamamen tersi. Küçükken mahallende herkesi sevebilirdin mesela. Kavga ettiğin arkadaşlarını bile severdin. Küslükler kırgınlıklar küçüktü ve sen her şeyi kalbine sığdırabiliyordun. Şimdi sevmediğimiz insan sayısı sevdiklerimizden az. Unutuyoruz sevgilim sevmeyi unutuyor. Hatta nasıl sevmememiz gerektiğini de unutuyoruz. Belki hala senin kocaman kalbin olduğundan ve o çocuksuluğundan kalbinde sevmediklerine de yer var. Kendini ve sevdiklerini çiğneyebilecek kadar büyük bir yer hem de.

Yola bakıyorum, bir saat içinde sol şeritten sağ şeride kıyasla daha fazla araba geçerse mutlu olabileceğimizi düşünüyorum. Hayatımı-zı- kumara yatırıyorum. Kaybedince de aşkta kazanırım ne olsa tesellisi veriyorum kendime.

Sessiz gidişlerin yankısı büyük olur sevgilim, kulaklarımı kapatmam duymama engel değil. Kendi sesimi bile duyamıyorum bu aralar. Kelimelerimin pek bir anlamı kalmadı.

Varlığın anlamı yoklukla çıkar-mış ortaya. Yokluğumu da sevmiyorum yokluğunu da. Mutsuzluğu heceleyerek, harf harf, tekrar ve tekrar okuyorum. Geçecek,geçmeli ya da geçmeden tekrar gelmeli.

Çocukluğumu yıktılar bu hafta, gençliğimi ve olası geleceğimi. Başka türlüsünü istemediğim halde yıktılar. Ankara hapsediyor beni, kendime gitmeme imkan vermiyor.

 Sevdiklerim ah sevgili sevdiklerim bu kadar sevilmek zorunda değildiniz. Hastalık olmalı bu, tahammülün son reddinde olan bir hastalık. Sevince daha güzel falan değil dünya. Şarkılar, şiirler ve kitaplar hep bizi kandırdılar. İskenderiye Kütüphane’si de benim gibi düşünenler tarafından ‘Mutsuz olacaksak sikerim böyle bilgiyi.’ diyerek yakıldı belki de. Bırakın cahil ve mutlu olarak ölsün bazı insanlar. Bilmek isteyenler mutsuzluk senedi imzalasınlar. Bencilliğimizi bir kez daha insanlıktan üstün görelim ne çıkar ki?

Medenice bütün sorunları konuşmamız gerekiyor da olabilir sevdiklerimizle. Ama ben onu da beceremem ki. Sarılmaktan konuşamam. Sarılalım ve çözülsün bütün sorunlar başka bir şey istiyorum ki. Çok geç olmadan sarılmamız gerek, benim kabuk bağlayan yaralarım betonlaşır çünkü. İçi ne kadar yanarsa yansın yaranın geçirmez olur.


Saygılar. Dilara ya da her neyse.

23 Ekim 2014 Perşembe

Kullanılamamış Kelimeler


Terk edilmeye yüz tutmuş duvarlarımın üzerine düşülmüş notlardan ibaret bütün geçmişim. Oldurmak diye bir şey varsa orada değiller. Daha doğrusu ben göremiyorum, başaramıyorum.

Savaşmam için önce kendimle ittifak kurmam lazım. Güvenemiyorum düşmanım da yok zaten duvarlarımdan başka. Yıkarsam anılarım gider, yazıların gitmesi ruhumda iyileşemez yaralar bırakır. Kendime inanmazsam, neye inanabilirim ki?

Mutluluk kadar üzücü bir şey yok. Varlığına inandır, alışamadan çek git. Duvarlarımda mutluluğun kokusu kalmadı. Yazılardaki en ufak mutluluk kalıntıları puslandı.

Senin duvarların da parçalanmış ama hala mutluluk kokuyor. Benim kokumdan çok başka kokular var. Yazamıyorum oraya, tırnaklarımla kazıyasım geliyor, çabalıyorum bu canımı yakıyor doğru ama canım yandığı için ağlamıyorum.

Başaramadığım için.


8 Temmuz 2014 Salı

Ayıp Olan




Sevgi hak edilen bir şey midir sahi? Çaba yoluyla elde edilince daha değerli olan şeyler arasında mı sevgi de? Şeyler şeyler, şeyler peki ne onlar? İsim bulamayacak kadar önemsemediğimiz ya da kelimelerin gücü yetmeyen durumlar, olaylar ya da her neyse işte onlardan mı? Bence hiç biri değil. Olmayan, varlığı sadece inancımıza dayalı olan hakikat yoksunsu şeyler onlar.


Egoizm üzerine kurulu arkadaşlıkları elimde çekirdeğim olmadan izliyorum. Figüranlığı attım üzerimden.  Yanılmadım bu sefer, biraz çekirdek lazım.

Size.

Oksijen tüketmekten sıkıldım ben, anlamsız yere tüketmekten. Tükenmekten sıkıldım ben. Yaşamın anlamını düşünmekten, neden bulamayışımdan. Ben kendi rolümden sıkıldım. İnsanlığın bütün utancını kendi ruhumda taşıyor gibiyim. Bundan sıkılmadım. Utançlar arasında yaşamın anlamını aradığım için kendime kızgınım yalnızca. İnsan kelimesinin anlamı bile çok saçmayken yaşam nedir ki?

Saçlarımdan utanmıyorum ben. Ayıp olan onlar değil. Ellerim de değil, bedenim de değil.


O büyük ayıp ruhlarda.



7 Temmuz 2014 Pazartesi

Dosto Öldü

Sokağın ilerisinden gelecek araba biraz sonra bana çarpmayacak. Önemsiz ama en azından geleceğe dair emin olduğum bir şey var.

Bilincin verdiği o tahammülfersa acı yüzünden uyku bedenimi tamamen zorlamadan girmiyorum yatağa. Girersem düşüneceğim, düşünürsem acı çekeceğim.

Ha-ha bakın yine gerçekleşeceğinden emin olduğum, gelecek zaman kipi içeren bir cümle kurdum.

El çizgilerim bozulacak gibi geliyor. Bunun kaderimde yeri nedir?

Bunun kaderimde etkisi ne olur?

Kaderimle benim aramdaki çelişkiler nasıl açıklanır?


Dostoyevski ile nişanlı ruhum. Acınası bir birlikteliğimiz, susmak üzerine kurulu. Birbirimizi düşünmüyoruz bile.

Anlam ilişkisi kurulamayan cümlelerim duygusal olarak bağlı birilerine. O bağı görmek için ölmek gerekir.


Dosto öldü.

9 Haziran 2014 Pazartesi

ŞANS

Şansın varsa yanlış yoldasın, fakat unutma yaşamak şans değil.

Kişiliğimiz, duygularımız ve ruhumuz varlığını unutabileceğimiz kadar soyut.

Bir yerden başlamam lazım sevmeye, yatmadan önce aynaya bakacağım.

Fikirlerinin özgürlüğünü şımarık bir çocuğun cebinde buldum, ne zaman hatırlamıyorum.Nasıl ikna etti seni?

Eve gelirken çok yoruldum bugün. Her zamankinden daha fazla geldi kaldırım taşları, sokak isimleriyse çok yukarıda kalıyor.Kafamı kaldırırsam selam borcum olur diye korkuyorum.Kaldırımların beklentisi yok.

O şımarık çocuk bugün kaldırımla benim arama girdi. Kaliteli çikolata kokuyordu.Nereye baktığım belli olmasın diye her türlü havada güneş gözlüğü takardım ama o çocuk sihay camların arkasındaki gözlerimle bile temas kuruyordu.

Ceplerinde sen vardın.

Çocuklar susmaz, susmamalı ama o susuyordu. Bir kol çekti aldı onu önümden. Birkaç kelime geldi kulağıma daha sonra tiz bir kadın sesinden. Kaldırımlara selam verdim, umursamadılar.

Aynı yola devam ettim.

Neden bu kadar uzun geldi o yol?

Nasıl bu kadar çok yoruldum bilmiyorum.

29 Mayıs 2014 Perşembe

08.00-17.00


İnsanın en iyi yürüyerek kendine vakit ayırabileceğini düşünüyorum. Vücudu belli bir tempoya alıştırdıktan sonra düşünmek daha da kolay oluyor. Eğer rüzgara karşı yürünüyorsa  bir de sigara yakılmalı muhakkak böylece sigara hem rüzgarla paylaşılmış hem de saniyeler içinde terk edebilen dumanının geri dönüşünü hissedebilir.

Belki de bencilliği terk ektiğim konusunda yanılıyorumdur.

Kendim için değil toplum için yaşama vaktimin geldiğine uzun zaman önce inanmaya çalıştım. Yapamadım. Gönüllü toplum kuruluşlarına katıldım. İnsanları mutlu ettiğim zaman ben onlardan daha mutlu oldum. Yine kendim için yaşamış saydım kendimi. Hala o kuruluşların bir kaçında ismim var. Galiba kendi mutsuzluğumla insanları mutlu etmem gerekiyor toplumun gerçek şartlarına inanabilmem için.

Hala kendim için yaşadığım kanısındayım. O yüzden belli saatlerimi düşünmemeye çalışarak geçiyorum. 10 dakikalık teneffüs aralarında artık kitap okumuyorum.

Ama şimdi yürüyorum hala kendimi düşünebilirim. Suyun altını kapatmış mıydım?

Her türlü ulaşım aracına karşıyım. Hiçbir zaman bisiklet süremedim. Evim, iş yerim, ailem ve sevdiğim adam yürüyebileceğim mesafelerde olmalı. Evden iş yerine yürüyerek gidiyorum, diğerlerinde başarısızım.

İlk aşık olduğum zaman da yürüyordum. İlkokuldayken beden eğitimi dersinde tekli sıraya girip okul çevresinde yürüyüş yapıyorduk. Sanırım cezalandırılmıştık. Yürürken önümdeki ensenin sol altında bulunan bene odaklanmıştı gözüm. Yürümeyi sevdim, sırayı sevdim ve boyum uzamasın istedim. Bu kadar basitti. Kimsenin ensesinde öyle bir ben görmemiştim ve bu onun farklı olduğu anlamına geliyordu. Bütün gün yürüyebilirdim. Ama elbet durmamız gerekiyordu. Herkes durdu, ben de durdum ama aslında işte o zaman yürümeye başlamıştım.

Keşke önceki gün susmak için söz vermeseydim kendime, kardeşime öldüm demeseydim ve hiç ölmeseydim diye düşündüm.

Liseye kadar sustum.

Konuşunca da hiç konuşmamış olmayı diledim. Artık susmak için çok geçti ve ben de ağlamaya karar verdim

Ve yine keşke ensesinde beni olmasaydı ya da boylarımız bu kadar birbirine yakın olmasaydı.

Ben yarım metre kadar o da yarım metreden daha fazla uzadı.

Boyum babama yaklaşmıştı ki artık annem gitmek istiyordu. Daha babamın boyunu geçmem gerek diyemedim. Sustum.

Sustuğum zaman da kaybediyordum konuştuğum zaman da. Susmak konuşmaktan daha kolaydı.


Sustum.

23 Mayıs 2014 Cuma

00.00-08.00

Test sürüşüne çıkarılmış ruhlar arasında yaşıyoruz. Bu dünyada başarılı olanlar gerçek yaşama hakkında kavuşacaklar. Lakin hiç kimse çözemedi daha nasıl başarılı olunabileceğini. Başarısızlıklarının farkında değiller bunun içinse ölmeleri gerekiyor.

Hayatın mutlak zaferini ölümle kazanacak insanoğlu. Bunun başka bir açıklaması yok. Küçük amaçlar uğruna adanmış yaşamlardan daha acı ne olabilir ki. En büyük avuntum bu dünyanın deneme sürümü olduğu işte. Ütopyamda ise hiç kimse yok. Ben de gidemeyeceğim. Kendi doğrularımın sınırını çoktan aştım. Açıkçası pek sınırım da yoktu.

Sınırları belirleyebilmek için duruma, insanlara ve bütün olaylara hakim olmak gerekir. Ben daha kendime hakim olamıyordum.

Aramız açıktı bugünlerde. Ellerini üzerimden çekti ve kalktı. Zaten bugüne kadar pek de hissetmemiştim ama varlığına insancım kendime olan güvenimi arttırıyordu. Bu soğuk havalarda insanın elini ağzına götürüp ısınmaya çalışması gibi bir şeydi. Sanki bütün vücuduma giden damarlar ellerimdeydi, ellerinde. Ben hep üşürdüm. Hala üşüyorum bunu kendime itiraf etmekte de çok zorlandım.

Ben üşümekten zevk alıyorum. Yaşamı hissetmenin başka yolu yokmuş gibi üşüdükçe mutlu oluyorum. Bu amaçsızlıkta küçük bir amacım oluyor. Başka eller de denedim hiç biri ısıtamadı, açıkçası o da ısıtamamıştı ama umurumda değildi ısınıyor numarası yapmak mutlu ediyordu beni.

Uyku mahmurluğunu yeni atarak baktı. Ne düşündüğümü merak etmekten ziyade onun hakkında neler hissettiğimi merak ediyordu. Merak ettiği kadar öğrenmek istemiyordu. Kaldıramayacağı şeyler değil ama hayatına müdahale edilmesi korkutuyordu onu.

Papatyalar.

Şeytanla işbirliği yaptığımı bilmiyordu o gece. Şeytanın beni reddedişini ve benim de şeytanı tanrıya şikayet edişimi. Tanrının ne şeytanla ne de benimle ilgilenmeyişini bilmiyordu. Tek bildiği tanrının papatyaları yaratmasaydı ve o papatyaların masanın üzerinde solup gitmesiydi. Demek ki onun için önemliydi yoksa bir insan neden gözlerini dikerek o mahmur haliyle papatyalara bakar. Belki de dalmıştı sadece, düşünceleriyle savaşıyordu. Ya da şeytan anlaşmamızı kabul etmiş cehennemin ortasında kısa süreli mola vermişti bizim adımıza. Şeytan hala tanrıyla kavga mı ediyordu yoksa. Milyonlarca yıl öncesinde bitmesi gereken kavga bitmemiş olabilir miydi hala?


Papatya olmayı diledim.

İnsanları sadece nitel olarak gözlemleyebiliyorduk, duygularını ellerimle tutup onlara sarılmayı diledim. Kokularının olduğunu zaten biliyordum. İnsanoğlu doğuştan kör ve koku alma duygusu çok zayıf. Algılamak istediklerimizi algılıyoruz sadece bu yüzden yorganı sırtıma dolayıp arkamı döndüm.

Hala papatyalara mı bakıyor acaba?

Yalnızlığın şakası olmaz.
Bunu bir gün evde tek kaldığımızda kardeşime ölü şakası yaptığımda anladım. Henüz 3 yaşında falandı o zamanlar anne ve babamız bizi terk etti dedim önce.

 Ağladı.

 Ben de ağladım. Kendime ağladım amaçsızlığımın beni sapkınlaştırmasına. Ama ben senin yanındayım hep birlikte olacağız dedim ve güzel hayaller kurdum. Ne kadarını anladı bilmiyorum. Sonra ben ölüyorum dedim ve gittim uyudum. Uyandığımda hava kararmak üzereydi ve kardeşim evde yoktu. Annem ve babam işten gelmek üzereydi. Ne yalan söyleyebileceğimi düşündüm ilk olarak kardeşimi aramak ise daha sonra geldi aklıma. Bu düşüncemden dolayı nefret ettim bencillikten.

Bütün odaları aradım. Dolapların en diplerine, kıyafetlerin arasına, yatak atlarına, çamaşır makinesine ve buzdolabına bile baktım. Yoktu. Ben de yatağa gidip ölü olmaya devam etmeye karar verdim. İstediğim kadar ölemeden annem geldi. Babam yine gelmeyecekti belki. Zaten arada bir gelirdi eve. Bunun iyi bir şey olduğunu düşündüm. Annem ittifakı olmadan saldıracaktı bana. Teke tek. Kardeşimi özlemiştim. Keşke gerçekten ölseydim o an. Kendimden nefret etmeye başlamadan ölmüş olurdum. Annem kardeşimi sordu, ben sustum. Bir daha sordu ve ben yine sustum. Susuyordum çünkü ölmüş olamam gerekiyordu. Anne ben öldüm dersem inanmayacaktı. O yüzden de susuyordum işte. Ben sustukça sinirleniyordu. O sinirlendikçe ben susuyordum. Kardeşimin nerede olduğunu bilmiyordum ki. Cevap veremezdim. Yalan söylemem zaten yasaktı. Bugün söylemiştim bir sürü yalan zaten daha da söylemeye ihtiyacım yoktu. Ben de  en doğruyu söyledim benim öldüğümü kardeşimin de ben öldüğüm için üzüntüden yok olduğunu. Daha da sinirlendi annem.

Annemin korkusu benim bedenimde acı yaratıyordu. Darbelerine ses çıkarmıyordum, ben ölüydüm. Annem de bencildi ilk tercihi kardeşimi aramak yerine acısını üzerimde azaltmaktı, benim yalanı düşünmem gibi. Ben bencilliği terk ettim o etmedi.

Annemin bağırtıları anahtar sesini duymamızı engellemişti. Ellerimi kafama siper edip yatağımda kendimi korumaya çalışırken odaya kardeşim girdi abla ölmen geçti mi diye bağırıyordu. Geçmemişti. Annemi ve beni görünce sustu, annem de sustu ve ben zaten susuyordum. Kardeşim babasına koştu. Ben sustum. Babam geldi. Babam sustu. Annem kardeşime sarıldı. Ben susuyordum. Babam bana baktı. Ben o günden sonra sustum. Çünkü ölmüştüm.

Bir daha da kardeşimi çamaşır makinesinde aramadım.

Şimdi de susuyordum ama ölü değildim. Papatyalar ölüyordu ben değil. Sessizlikte suyun kaynayışını duyabiliyordum. Ölüler duyamazdı.

Kötü gecelerde güneşi sigara yakarak karşılardım. İyi bir geceydi yine de güneşe selam vermek için bir sigara yaktım. Pencereden kafamı uzatıp göz kırptım güneşe. Her zamanki cevabını verdi o da. İçeri girmeden önce hayatımdaki en sıcak varlıksın dedim güneşe, aldırmadı.

Ölü olmadığımı kendime kanıtlamak istercesine sürekli ölülerin yapamayacakları şeylerden bahsediyorum peki ya yapabilecekleri? Ölen insanlara sempati duyulur mesela. Yaşarken azılı düşman oldukları insanlar onlar öldükten sonra yaşadıkları rahatlama ve kısa bir mutluluktan sonra unutur düşmanlıklarını. Geriye anlatılan iyi anılar ve dualar kalır. İnsanların sizinle yaşadığı anılardan sadece iyilerini hatırlaması mümkün değildir. Ölüler bunu başarır, ben başaramadım. Yaşıyorum.

Nasıl bir insan kendini ölülerle kıyaslar ki? Papatyalarla mı yarışa girsem acaba?

Şimdi yaşamam gerektiğini ve saat beşte buraya gelip tekrar ölebileceğimi düşünerek avutuyorum kendimi giyinirken. Gidip aynı hayatlara dokunup tekrar ölebilirim. Resmi kurumlara uygun iş kıyafetlerimi giyiyorum. Adem ile Havva’ya özeniyorum. Dünyada yalnız olmanın resmiyetsizliğine inanırken.

Odadan çıkarken kendi evime alışamamamın tedirginliğini tekrar yaşıyorum. Ait olma duygusunu kaybetmemi hala sindiremedim.

Mutfağa geçip sesi hala kulaklarımda yankılanan suyu kendim için kullanıyorum. Demlemeye vakit yok. Poşet çayları ben bulmalıydım diye düşünüyorum. Ama dünyaya çok geç geldim. Daha erken olsaydı tekerleği bile icat edebilirdim.

Aynaya bakıp diğer insanlarla aynı derecede korkunç göründüğüm için hazırım diyorum kendime.


………

20 Mayıs 2014 Salı

Zamansız Doğrular ve Kararlar

Elimden gelen tek şeyi yaptım ben de bir sigara yakıp tükenişini izledim.

Külleri insan yüzü, dumanı fısıltılar. Anlatmak istemiyorlar, yoksa bağırırlardı. Terk etmenin en kolay yolu fısıldayarak gitmekti. Bunu çok iyi biliyordu. Fısıltıları nasıl yorumlamak gerektiği ise bana kalmıştı. Anlaşılmayan cümleleri bana o kadar çok şey ifade ediyordu ki..
Bir şey demek istemediğini biliyordum ama benim bir sonuca varmam gerekiyordu. Fısıldıyordu böylece hem gidebilecekti hem de benim ‘neden’ diye sormama fırsat vermeden cevapları vermiş olacaktı.

-Seni yalnızlığın lüks hayatına kavuşturmak istiyorum.
-Fakat benim istediğim iki kişilik bir yalnızlık.
-Anlamı yok. Yalnızlık…
-Papatyalar da çimenlerle sevişirler.
-Çimenler sevişmezler, çiçekler de. Arılar..
-Arılar beni sevmez. Çiçekleri severler ama. Sonbahar da gelmedi. Sen de gelmedin ama gitme.


Giderken sigara paketini masanın üstüne bıraktı, bir daha gelmeyecekti.

Son dumanı elime konmuş olan arıya üfledim ve sigarayı bırakma kararımı o gün aldım.

                                                                                                                                                                        En zamansız doğru karar.

18 Mayıs 2014 Pazar

Korkulan Hikaye

Tarif edemeyecek kadar anlaşılmaz bu kelimelerin anlamları. Son kullanma tarihi geçmiş yalnızlığım hala çantamda. Çantamı sıkıca tutarken izliyorum karmaşık hayatların telaşlarını. Bir yere varmak için çabalayışlarını. Dünyayı anlamlandırma biçimlerini merak ediyorum. Anlamlandırma ve isimlendirme konusunda pek yeteneksizim ben zaten. Çocukken sahip olduğum kedime bile isim verememiştim. Sadece kediydi benim için. Sormadan ona neden başka bir şekilde ithaf edeyim ki?

Hakkım olmayan vazifeleri düşünürken tek istediğimin sessizlik olduğu konusuna kendimle anlaştım.

Bu yüzden sustum, konuşmam gerektiği zamanlarda hep susardım zaten. Kelimelere savaş açarken diğer savaşlarımı düşündüm. Ne zaferlerim vardı ne de mağlubiyetlerim. Kendimle berabere kaldım bu gece ben. Beyaz bayrakların pek bir anlamı yok.

Satırların arasındaki boşluklar korkutuyor beni. Omuzlarında  bir güneş tutulmasının son anları. Kalıplarından çıkan düşüncelerin şaşırmış yolları da omuzlarında bitiyor. Nerede başladığını kestiremiyorum ama bunun pek bir önemi yok.

Korku?

İnsanlar korkarlar bu olağan bir durum ama korkuyu tanrıaştırmak, tek bir korkuyla yaşamak ruhu çürütür.

Ve ben korkmadan önce bir hikayeye başladım.

Bir hikayeye nerede olduğunu söyleyerek başlarsan oraya nasıl geldiğini anlatman gerekir derler. Ama ben nereden olduğumu bilmiyorum nasıl geldiğimi bilmediğim gibi. Tek bildiğim artık adım atmaktan sıkıldığım

Duruyorum.


24 Mart 2014 Pazartesi

ve

Aşkın en büyük yan etkisi sonrasındaki acıdır demiştim. Sonunu gözetmeksizin girilen bir savaş olarak düşünün aşkı. Çünkü mutluluk insanın gözlerini kör eder. Mutluluk yalancıdır, bencildir. Kendisinden başka bir şeyi düşünmemize imkan tanımaz.

Aşk ne kadar büyük olursa o kadar çok kanar.

Bundan bir ay önce aşkı o kadar basit cümlelerle anlatırdım ki. Bana göre sadece aptallar aşık olurdu. Sahiden ya ben de aptalsam.

İmkansız aşka ne demeli. Bana göre imkansızlık sadece iki tarafın birbirini yeterince sevmemesinden ileri geliyordu.

Farklı yönlere göç etmek zorunda olan iki göçmen kuş birbirine aşık olduklarında, kavuşma ihtimalleri nedir.?

‘Neden olmaz diye soruyorum. Mutsuz oluruz diyorsun, herkes mutlu olacak diye bir kural yok biz de mutsuz olalım.’

Mutsuz bile olmak istemiyorum bu aralar.

İnsanları hayatımıza sokmadan önce biz sözleşme imzalatmayız bence. Büyük sevgiler bizim aleyhimize.

Birbirimize ihtiyacımız olduğunu biliyoruz. Zalimliğin başladığı yer burası, hoşgörünün başladığı yer de. Ama bunu sözcüklerle anlatmanın imkânı yok.’

Sustuk biz de. Susarak öleceğimizi biliyorduk ama yine de sustuk. Şu an mezarlarımızı bulamıyoruz. Yol gösteren umudunu çoktan kesip terketmiş bizi. Birbirimize yetemedik ya da fazla geldik nereden bileyim neden aramak istemiyorum. Bu suçun cezası yok.

‘Seni başka türlü ummuştum diyorsun. Nasıl? Belki de ben hariç herhangi biri gibi. Bu da benim hatam. İnsan içine hiç çıkmayacaktım’

‘Demiştim ben sana.’ Cümlesini kullanmayı ne kadar da çok seviyoruz. Olasılıklar üzerinden kazılan mezarlara dualar okurken kuşlara sövüyoruz. Mavi kuşlara.

Ağır geliyor, sırf birlikte uçamayacağız diye ayrılmak.

‘Bir sıkıntıyı anlatmak istedim. Ama bir şeyi başka bir şeye benzetmekten başka bir şey gelmedi elimden. Kaybettiği savaştan sonra yakıp yıkarak geri çekilen ordular gibi. Mağlup olduğu oranda zalim. Trajik hatamız: Kendimizle ilgilenmeye alıştık, başka bir şeyle ilgilenemiyoruz artık. Sen çocuk yap kurtul istersen bu dertten bana da bir bira söyle giderken.’

Kurtuluş parkına gidip bir kaç sigara içmeliyim belki de toparlanabilmek için.

8 Mart 2014 Cumartesi

Başarılı Mutsuzluk



Başarısızlıklarımla övünebilecek kadar mutsuzum.
Günler geçiyor, ben sabit bir şekilde izliyorum.
Bana bakan birkaç çift göz, konuşmuyorlar, alışkanlık içinde hayret ediyorlar.
İzlemiyor numarası yapıyorum.
Bütün çoraplarının teki eksik olduğu için ağlıyor karşımda elindeki içi dolu plastik bardağıyla. Benim hiç çorabım olmadı diyemiyorum.
Çıplak ayaklarımdan gocunmuyorum çünkü.
‘Ağlama.’ Diyorum.
‘Tekli çoraplarını kullanmak seni sıradanlıktan kurtarır. Sağ ayağın ısınmayı hak edecek kadar mükemmel değil.’
Ayaklarına bakıyor, aralarındaki farkı göremeyince benim deli olduğumu düşünüp başka insanlara uzatıyor plastik bardağını.
Belki de çoraplarının birbirinden farklı olduğuna, teklerini kaybettiğine ağlamıyordur.


Egzoz dumanları her zaman gözümü yaşartırlar.
Sokaklar matem, yollar sağanak gözyaşı.
Aynı döngü içinde her saniyemi farlı duygulara biçtiriyorum.
Sıradanlığımla övünürken, kendime acıyorum.
Düzene borçluyum acılarım için.
Düzen içindeki acılarım için.
 

Yalnızca defolu ürünler satan bir mağazanın vitrin mankeni gibi hissediyorum.
Ruhumu satılığa çıkarmışım astarındaki defosuyla.


Bir çift çoraba ihtiyacım var.

6 Mart 2014 Perşembe

K. Notları

Gelmeden önce gideceğini söylemişti.
Alışmamam gerektiğini bildiğim halde engel olamıyordum kendime.
Sabah, gece, şimdi veya daha sonra elbet gidecekti.
Hazırlıklı gitmesinden korkuyordum. Ceketini giymeden gidebilir mesela.
Üşüyebilir, ama bu bencilliğime engel olamıyor.
Bir zamanlar onun burada olduğunun elle tutulur bir kanıtı olmalı bende.

Plastik bir poşete koyarsam anılarımın eskimeyeceğini düşünüyordum.
Plastik doğaya zararlı, ben doğaya aykırıyım.

Sadece kedilerin yaşadığı bir ülkede turist aslana aşık oldum ben.
Onun tereddütleri benim korkularım vardı.
Benim olmasın ama dursun yanımda, ellerimle geyik bile avlarım ona.

Aslanlar ceket giymez.

3 Mart 2014 Pazartesi

Fi'den Yas Koydum

Fikrimden ödün vererek zikrediyorum bu gece.
Kendime ihanet ettim, kendini affet.

Yalnızlık çok karaktersiz, bunu kaç karakterle ifade edebilirim?

Çay demlemeyi unutmuşum.
En iyisi oralet bu aralar.

Evin duvarları küçülmeye başladı.
Çerçeveler sığmaz oldu resimlere.
İnsanlar küçülürken, duvarlar büyüyor.
Sıfırlamaya çalışırken dünyayı, ben sıfırlandım.

Kendimden terfi ediyorum bugün.
Başka zamanlara anlam aramaya gideceğim.
Bulamayacağım için şimdiden ağlamaya başladım.
Sakin değilim sen sakin ol.
Ben yine de görmeyeyim.
Karşımda dur, söz gözlerimi kapatacağım.
Yalnızlığın çıplak tenine bile bakmıyorum.
Sen yalnızlık kadar güzel değilsin.

Yağmur yağarken duş alıyorum evde.
Paspasta ayak izim.
Yağmuru aldatıyorum.
Su faturasıyla ödeşiyorum.

Pencere yolunu kaybetmiş, benimle dalga geçiyor.
Hakiki kasvet ismimi soruyor.
Ben hakiki değilim.
Tartışmasız mağlubiyetlerimin sonuncusu paspasta.
İz yok oluyor.
Yok oluşa seviniyorum ben.
Varlığın ispatı yok olmaktır.
Dedi.
Demişti.
Yok.


17 Şubat 2014 Pazartesi

k. notları

Kuyruğuma bağlanmış olan tenekelere aşığım ben.
Onları çıkardığı sesler sayesinde varlığımı hissedebiliyorum.
Bakışlara alıştım.
Siz aşktan anlamazsınız ki.
-dan daha iyi olanlara taparsınız.

Peki, diğerlerine susarak ben buradayım diye bağra bilmenin ne kadar güzel bir duygu olduğunu bilir misiniz siz?
Kefil oluyorum yalnızlığınıza, yeter ki uzaklaşın benim zavallı mutluluğumdan.
Size bakarak gülerim, kuyruğumu sallarım.
Gülünecek halinize ağlama oyununuza eşlik ederim.
Yeter ki uzaklaşın.

Bitkilerin düşünen et yığınlarından daha faydalı olduğuna inanıyorum.
Böceklere savaş açacağım.

Bir ciğere tav olmadı gönlüm.
Kuyruğumda ciğer konservesi bile yok.






16 Şubat 2014 Pazar

Gökyüzü ve Trenin Aşkı

Bana bıraktığın miras beni öldürüyor.
Sabahı görmek istemeyen bir körüm ben.
En güzel elma senden gelen o çürük kapılar arkasında saklanan o pinokyonun elindeydi.
Uzanmak istedim, uzanmadım.
Tamam demek istemiyorum.
Ne tam ki?
Delirmeyi düşünüyorum bu aralar.
Ama delirmek lüks bir hastalık demiş bir yazar.
Bilmem, bilir misin?
Delirmeden önce çok para kazanmam gerek.
Seni kazanırsam deliremem.
Çalışırken de deliremem.
Beceremem işte.
Hastalıklı ruh halim sana zarar.
Ben erirken olma burada, yaklaşan trenler çarpacak gökyüzüne.
Ya delinirse gökyüzü, yıldızların hepsi senin üstüne düşer.
Yıldızlar seni severler.
Ben sevmem.
Trenin içindeki küçük çocuklar el sallamayı severler.
Onlar nereye gidecekler?
Yıldızların hepsi senin üstüne düşsün.
Sevgililerin hayallerinin gerçekleşme ümidi olmasın.
Hepsi senin olsun.
Sarhoş bir makinist, ya da delirebilecek kadar zengin.
İşçiler zengin olabilirler mi?
Belki de makinist de seni seviyordur.
Benim sevmediğim gibi.
Sahip olabileceği en güzel cümleleri kuramamıştır o da sana.
Ya gökyüzü trene çarpmışsa. 

18 Ocak 2014 Cumartesi

TEKRAR VE TEKRAR

   Kaçıncı tekrarıydı bu şarkının. Sessizce sordu. Kendi sesini duymak istemediğinden fısıldıyordu. En sevdiği kısmı içinden mırıldanırken baktı çevresine, sevebileceği en ufak zerreyi bile gözden kaçırmak istemiyordu. Sevebilmişti daha öncesinden de.

   Çabalayarak olmayacağını biliyordu, yine başarmıştı fakat bunun farkı en olanaksız durumları bile sevmek istemesiydi.

 ‘yanlış uzamlarda, yanlış adam’

Kim uyarsa kendisini, kulaklarını tıkardı. Dik başlılığı yüzünden adımlarını hep yanlış attığının farkında bile değildi.

Bir masal anlattı adama



“ Meleklerin ülkesinin arkasında bir ülke varmış. Melekler bu ülkenin farkında bile  değilmiş. Tanrı bile göremiyormuş bu ülkeyi. Hani meleklerin evi daha önde ya, kim ne yapsın insanların yaşadığı küçücük bir ülkeyi. Bu ülkede insanlar çiçekleri çok severmiş. Herkesin küçük küçük bahçesi, bahçesinde de bir sürü çiçekleri varmış. Tabii ki en büyük bahçe krala aitmiş.

  Her yıl yarışmalar yapılır, en güzel çiçekler seçilir, bu çiçeklerin tohumundan krala hediye edilirmiş. Kral da bu tohumların bir kısmını bahçesine ektirir bir kısmını da saklarmış.

   Bu ülkede sadece kralın bahçıvanının bahçesi yokmuş. En güzel çiçeklerin olduğu bahçede çalışıyor, en güzel çiçekleri o ekiyor ama hiçbir çiçeğe sahip olamıyormuş.

   Bu adil değil diyerek bahçesindeki bütün çiçekler mantarlı olan ülkenin en yaşlı adamının yanına gitmiş.

‘ Sana krala verilen en güzel tohumları getireceğim yardım et bana, benim bahçem yok görüyorsun. Benim yoksa kimsenin olmasın. Sen onların bahçelerini yok et sonra da sana getirdiğim bu güzel tohumlarla ülkenden kaç’ demiş.

  Yaşlı adam  sadece kafasını sallamakla yetinmiş.

   Ertesi gün insanlar uyandığında çiçeklerinin hepsinin solduğunu ve grileştiğini fark etmişler. Herkes ağlarken, bahçıvan kralın özel tohumlarını yaşlı adama götürmek için  ambara gitmiş, fakat hiçbiri yokmuş yerinde. Yaşlı adama ne diyeceğim diye düşünürken tohumların yerinde bir not görmüş  ‘Ben griyi de severim. İşimi hallettim alacağımı aldım. Öbür sandığa da kralın kendi tohumlarından ayırt edemeyeceği tohumlar bıraktım. Fakat artık bu ülkede çiçek yetişmeyecek. Griyi sevmeye alış.’

     Bütün ülke yas içindeymiş. Hepsi yeni çiçekler ekiyor fakat hiçbir sonuç alamıyorlarmış.

     Kralın aklına sonunda bir fikir gelmiş. Ülkendeki insanların ortaklaşa çalışacağı bir bahçe kurmaya karar vermiş.  Bunu halkına anlatınca herkes çok sevinmiş. Hepsi bu sefer birlikte çalıştıkları içim başaracaklarına inanıyormuş. Masallarda böyle anlatılmıştı ya. birlikte çalışan insanlar neyi başaramazdı ki.
     Kral bahçıvanından en güzel tohumlarını istemiş. Bu bahçeye sadece bu tohumların ekilmesine karar verilmiş. Bütün halk el birliğiyle çalışmış. Burası en güzel tohumların ekili olduğu en güzel bahçe olacaktı. Daha mükemmel ne olabilirdi ki.

     Uzun bir çalışma uzun bir bekleyiş oldu. Beklediler beklediler beklediler….

      Kral dayanamadı en sonunda halkını toplayıp bir konuşma yaptı. ‘ Uzun zamandır bekliyoruz sevgili halkım. Sizin kadar ben de endişeliyim. Ama unutmayın bu bahçede ülkenin en güzel çiçekleri ekili. Elbet bir gün çıkacaklar. Bu yüzden hepimiz bu bahçe ve bu güzel çiçeklere sahip tohumlar için yaşacağız. Bunu inkar edenler ülkeden gidecek’

      Bütün halk o çiçekler için yaşarken bahçıvan ülkeyi terk etmiş.

      Ormanda yaşlı adama rastlamış bizim bahçıvan  ‘ Neden bunu yaptın, neden tohumları değiştirdin. Uğruna yaşayacağım bir şey kalmadı senin yüzünden.’ Demiş.

      Yaşlı adam gülmüş ve ‘ Tohumlar aynı değiştirmedim ama çiçekler yok.’ Demiş.”


      Adama ‘Çiçekler olmadan da tohumlar güzel olabilir mi?’ diye sordu. Cevabını alamadı. Uyuyan bir insan sorulara cevap veremezdi.

      Bahçıvanı düşündü, o tohumları ve bekleyen halkı.

     Şarkı tekrar başa sarmıştı. Fakat o kadar alışmıştı ki o şarkının çalmasına kapatınca uyuyamayacağını biliyordu.

     Gözlerini kapattı.
     Uyumadı.




14 Ocak 2014 Salı

yalan, yanlış

Sorular sorulmadan cevaplarını verdim ben.
Doğru ya da yanlış.
Durak yanlıştı, beklediğim otobüs doğru.
Karşı yolda kalmıştı gerçekler, gidilmesi gereken yerler.
Doğru vasıtayla yanlış yoldan giderek ulaşmaya çalıştım.
Başaramadım.

Kulaklarımı kapatarak anlattım kendimi sana ben.
Ne söylediğimi biliyordum.
Nasıl söylediğime dair bir fikrim yoktu.
Sesimin çıkmadığının farkında dahi değildim.
Anlamanı bekledim.
Yanlış.

Şarkıların arasına renkler serpiştirdim ben.
Hepsi birbirinden aykırı.
Birbirine yakışmadılar.
Ayrıyken güzelken yan yana sadece tezattılar.
En sevdiğim renk kayboldu aralarında.
Doğru.

Bu gece yastığımı öldürdüm ben.
Çok samimi olmuştuk artık.
Bu kadar samimi olmaya hakkımız yoktu.
Öldürdüm.
Çarşaf ağlıyor, yorgan mutlu.
Yanlış

Hep ben diyecek kadar bencilmişim ben.
Belki.
Sana kurulan cümlelerin benimle bitince kalmaz anlamı.
Sevmem anlam aranan heceleri.
Bitsin ben sonunu okuyamadan.
Yanlış.
Neye göre?

10 Ocak 2014 Cuma

yaşanmadan yaşanmış

gözleri kapalıyken daha iyi görebilen sağır bir kızın hikayesi bu. hayatının hikayeleştirilecek bir tarafı olmadığını düşünen kızın.
lügatında sürekli tekrarlanan bir mecburiyet kelimesi. 
her şey bu kelimenin anlamını merak etmesiyle başlamıştı.
ona merak etmenin ne olduğu öğretilmemişti, bahçede toprağı kazan bir köpeğin gözlerindeki o bilmiş merakı gördükten sonra kendi kendine öğrenmişti.
geceleri neyi merak edebileceğini düşünürdü gizli gizli. 
ilk olarak neden sadece belli şeyleri duyabildiğini merak etti. 
duyamadıkları yüzünden sağır mı oluyordu? 
o gece bundan sonra hiç konuşmayacağına dair kendine söz verdi. 
hayatında hiç bir şeye sahip olamamıştı. 
bu yüzden kendi kelimelerine sahip olmayı, ve bu konuda çok bencil olması gerektiğine inanıyordu.
kız o gece dilsiz oldu.
sabah bahçede ölü köpeği gördü. 
ağlamadı.
köpeğin kazdığı toraktan içeri doğru giren bir kuyruk gördü son olarak.
gözlerini kapattı. 
kız görmez olmuştu.
merak etti
neden yaşıyordu?