Test sürüşüne
çıkarılmış ruhlar arasında yaşıyoruz. Bu dünyada başarılı olanlar gerçek yaşama
hakkında kavuşacaklar. Lakin hiç kimse çözemedi daha nasıl başarılı
olunabileceğini. Başarısızlıklarının farkında değiller bunun içinse ölmeleri
gerekiyor.
Hayatın mutlak
zaferini ölümle kazanacak insanoğlu. Bunun başka bir açıklaması yok. Küçük
amaçlar uğruna adanmış yaşamlardan daha acı ne olabilir ki. En büyük avuntum bu
dünyanın deneme sürümü olduğu işte. Ütopyamda ise hiç kimse yok. Ben de
gidemeyeceğim. Kendi doğrularımın sınırını çoktan aştım. Açıkçası pek sınırım
da yoktu.
Sınırları
belirleyebilmek için duruma, insanlara ve bütün olaylara hakim olmak gerekir.
Ben daha kendime hakim olamıyordum.
Aramız açıktı bugünlerde.
Ellerini üzerimden çekti ve kalktı. Zaten bugüne kadar pek de hissetmemiştim
ama varlığına insancım kendime olan güvenimi arttırıyordu. Bu soğuk havalarda
insanın elini ağzına götürüp ısınmaya çalışması gibi bir şeydi. Sanki bütün
vücuduma giden damarlar ellerimdeydi, ellerinde. Ben hep üşürdüm. Hala üşüyorum
bunu kendime itiraf etmekte de çok zorlandım.
Ben üşümekten
zevk alıyorum. Yaşamı hissetmenin başka yolu yokmuş gibi üşüdükçe mutlu
oluyorum. Bu amaçsızlıkta küçük bir amacım oluyor. Başka eller de denedim hiç
biri ısıtamadı, açıkçası o da ısıtamamıştı ama umurumda değildi ısınıyor
numarası yapmak mutlu ediyordu beni.
Uyku mahmurluğunu
yeni atarak baktı. Ne düşündüğümü merak etmekten ziyade onun hakkında neler
hissettiğimi merak ediyordu. Merak ettiği kadar öğrenmek istemiyordu. Kaldıramayacağı
şeyler değil ama hayatına müdahale edilmesi korkutuyordu onu.
Papatyalar.
Şeytanla
işbirliği yaptığımı bilmiyordu o gece. Şeytanın beni reddedişini ve benim de
şeytanı tanrıya şikayet edişimi. Tanrının ne şeytanla ne de benimle ilgilenmeyişini
bilmiyordu. Tek bildiği tanrının papatyaları yaratmasaydı ve o papatyaların
masanın üzerinde solup gitmesiydi. Demek ki onun için önemliydi yoksa bir insan
neden gözlerini dikerek o mahmur haliyle papatyalara bakar. Belki de dalmıştı
sadece, düşünceleriyle savaşıyordu. Ya da şeytan anlaşmamızı kabul etmiş
cehennemin ortasında kısa süreli mola vermişti bizim adımıza. Şeytan hala
tanrıyla kavga mı ediyordu yoksa. Milyonlarca yıl öncesinde bitmesi gereken
kavga bitmemiş olabilir miydi hala?
Papatya olmayı
diledim.
İnsanları sadece
nitel olarak gözlemleyebiliyorduk, duygularını ellerimle tutup onlara sarılmayı
diledim. Kokularının olduğunu zaten biliyordum. İnsanoğlu doğuştan kör ve koku
alma duygusu çok zayıf. Algılamak istediklerimizi algılıyoruz sadece bu yüzden
yorganı sırtıma dolayıp arkamı döndüm.
Hala papatyalara
mı bakıyor acaba?
Yalnızlığın
şakası olmaz.
Bunu bir gün evde
tek kaldığımızda kardeşime ölü şakası yaptığımda anladım. Henüz 3 yaşında
falandı o zamanlar anne ve babamız bizi terk etti dedim önce.
Ağladı.
Ben de ağladım. Kendime ağladım amaçsızlığımın
beni sapkınlaştırmasına. Ama ben senin yanındayım hep birlikte olacağız dedim
ve güzel hayaller kurdum. Ne kadarını anladı bilmiyorum. Sonra ben ölüyorum
dedim ve gittim uyudum. Uyandığımda hava kararmak üzereydi ve kardeşim evde
yoktu. Annem ve babam işten gelmek üzereydi. Ne yalan söyleyebileceğimi
düşündüm ilk olarak kardeşimi aramak ise daha sonra geldi aklıma. Bu
düşüncemden dolayı nefret ettim bencillikten.
Bütün odaları
aradım. Dolapların en diplerine, kıyafetlerin arasına, yatak atlarına, çamaşır
makinesine ve buzdolabına bile baktım. Yoktu. Ben de yatağa gidip ölü olmaya
devam etmeye karar verdim. İstediğim kadar ölemeden annem geldi. Babam yine
gelmeyecekti belki. Zaten arada bir gelirdi eve. Bunun iyi bir şey olduğunu
düşündüm. Annem ittifakı olmadan saldıracaktı bana. Teke tek. Kardeşimi
özlemiştim. Keşke gerçekten ölseydim o an. Kendimden nefret etmeye başlamadan
ölmüş olurdum. Annem kardeşimi sordu, ben sustum. Bir daha sordu ve ben yine
sustum. Susuyordum çünkü ölmüş olamam gerekiyordu. Anne ben öldüm dersem
inanmayacaktı. O yüzden de susuyordum işte. Ben sustukça sinirleniyordu. O
sinirlendikçe ben susuyordum. Kardeşimin nerede olduğunu bilmiyordum ki. Cevap
veremezdim. Yalan söylemem zaten yasaktı. Bugün söylemiştim bir sürü yalan
zaten daha da söylemeye ihtiyacım yoktu. Ben de
en doğruyu söyledim benim öldüğümü kardeşimin de ben öldüğüm için
üzüntüden yok olduğunu. Daha da sinirlendi annem.
Annemin korkusu
benim bedenimde acı yaratıyordu. Darbelerine ses çıkarmıyordum, ben ölüydüm.
Annem de bencildi ilk tercihi kardeşimi aramak yerine acısını üzerimde
azaltmaktı, benim yalanı düşünmem gibi. Ben bencilliği terk ettim o etmedi.
Annemin
bağırtıları anahtar sesini duymamızı engellemişti. Ellerimi kafama siper edip
yatağımda kendimi korumaya çalışırken odaya kardeşim girdi abla ölmen geçti mi
diye bağırıyordu. Geçmemişti. Annemi ve beni görünce sustu, annem de sustu ve
ben zaten susuyordum. Kardeşim babasına koştu. Ben sustum. Babam geldi. Babam
sustu. Annem kardeşime sarıldı. Ben susuyordum. Babam bana baktı. Ben o günden
sonra sustum. Çünkü ölmüştüm.
Bir daha da
kardeşimi çamaşır makinesinde aramadım.
Şimdi de
susuyordum ama ölü değildim. Papatyalar ölüyordu ben değil. Sessizlikte suyun
kaynayışını duyabiliyordum. Ölüler duyamazdı.
Kötü gecelerde
güneşi sigara yakarak karşılardım. İyi bir geceydi yine de güneşe selam vermek
için bir sigara yaktım. Pencereden kafamı uzatıp göz kırptım güneşe. Her
zamanki cevabını verdi o da. İçeri girmeden önce hayatımdaki en sıcak varlıksın
dedim güneşe, aldırmadı.
Ölü olmadığımı
kendime kanıtlamak istercesine sürekli ölülerin yapamayacakları şeylerden
bahsediyorum peki ya yapabilecekleri? Ölen insanlara sempati duyulur mesela.
Yaşarken azılı düşman oldukları insanlar onlar öldükten sonra yaşadıkları
rahatlama ve kısa bir mutluluktan sonra unutur düşmanlıklarını. Geriye
anlatılan iyi anılar ve dualar kalır. İnsanların sizinle yaşadığı anılardan
sadece iyilerini hatırlaması mümkün değildir. Ölüler bunu başarır, ben
başaramadım. Yaşıyorum.
Nasıl bir insan
kendini ölülerle kıyaslar ki? Papatyalarla mı yarışa girsem acaba?
Şimdi yaşamam
gerektiğini ve saat beşte buraya gelip tekrar ölebileceğimi düşünerek
avutuyorum kendimi giyinirken. Gidip aynı hayatlara dokunup tekrar ölebilirim.
Resmi kurumlara uygun iş kıyafetlerimi giyiyorum. Adem ile Havva’ya özeniyorum.
Dünyada yalnız olmanın resmiyetsizliğine inanırken.
Odadan çıkarken
kendi evime alışamamamın tedirginliğini tekrar yaşıyorum. Ait olma duygusunu
kaybetmemi hala sindiremedim.
Mutfağa geçip
sesi hala kulaklarımda yankılanan suyu kendim için kullanıyorum. Demlemeye
vakit yok. Poşet çayları ben bulmalıydım diye düşünüyorum. Ama dünyaya çok geç
geldim. Daha erken olsaydı tekerleği bile icat edebilirdim.
Aynaya bakıp
diğer insanlarla aynı derecede korkunç göründüğüm için hazırım diyorum kendime.
………