9 Ocak 2015 Cuma

Olmadı

Gittiğim her yere kendimden bir parça bırakıyorum.
Hiç tam olmadım ben.
İsim tamlamalarına getirilen eklerle insanları tamamlamaya çalışıyorum. Çünkü hiçbirimiz daha fazlası değiliz.
Çünkü, çünkülerin anlamı yok.

Iskalamalarım hiçbir zaman kıl payı olmadı.
Tek anlamım; varlığım.

Sevmiyorum.



siya siyabend

1 Ocak 2015 Perşembe

Bir Karıncanın Elinden Gelmediği Kadar Karıncayiyengillerden Kaçmaya Çalışması

Dün gece bir kuştum. Keşke hep kuş olarak kalsaydım.

Kızılay'da insanların üstünden uçtum. Dün gece ben ne yaptım pişmanlığıyla uyanacak olsan insanları aradım. Sokakta öpüşen çiftler, insanların önünü kesip para isteyen çorapsız çocuklara baktım. Daha çok erken, çok çok erken. Kanatlarımda dünyanın yükü. 

Karanfil'de bir bankta oturup ağlayan bir kadının yanına kondum. Evet, evet kadn ağlıyordu. Siz bunu anlamıyordunuz, illa gözlerinden yaş gelmesine gerek yok. Ben de sigara içişinden anladım zaten. Susarak ağlıyordu bu kadın. Sigarasının ateşine dalıyordu sürekli gözleri. Beni fark etmedi bile, iyi ki de fark etmedi fark etse korkabilirdi bakışlarımdan. 

Sağ elindeki eldiveni çıkarmıştı kadın sigara kokmasın diye. O kadar pembe duruyordu ki sağ eli kanatlarımın arasına almak istedim. 

Telefonu çaldı kadının. Ağzındaki dumanı üfleyip açtı. Güldü. Telefonu kapatıp tekrar ağlamaya başladı. Bu kadın yanında biri olduğunda ağlayamayanlardandı. Bir mesaj yazdı daha da fazla ağlayarak. Gözlerini ayırmadan telefona bakıyordu. Sanki gelecek cevabı anında görmezse mesaj yok olacak gibi davranıyordu. Telefonun ekranı kararınca bir telaşa düşüyor, ekran kilidini açmak için uğraşıyordu. Hayır güzel insanlar sakın yanlış anlamayın kadın bir ekran kilidini açamayacak kadar beceriksiz değil. bütün bu elinin dolaşmaları telaştan ve endişeden. Gelecek mesajın vereceği acıyı bir an önce atlatma isteğinden. 

Kadın telefona bakmaya devam ederken bir adam geldi yanına. Çakmak istedi. Kadın verdi. Gülümsediler birbirlerine. Adam gitti, kadın ağlamaya devam etti. Susarak ama susarak ağlıyordu kadın. Cevap gelmeyen mesajını bir kez daha okudu. Keşke yazmasaydım diye geçirdi içinden. Yazmasaydım sanki ne olacaktı diye de düşündü aynı anda. Bir insanın kendisiyle çelişkiye düşmesi ne kadar acıdır bilir misiniz? Özellikle de bir kadının, susarak ağlayan bir kadının. Ama siz bu kadınlardan korkun işte. Üzdüğünüz kadın susuyorsa korkun ondan. Sizi darmadağın edeceğinin verdiği bilincin suskunluğudur bu. Açtığınız bütün yaraları saymak için susuyordur o kadın. Sizin görmeyeceğiniz yaralarını. Hepsini tek tek aklına kazıyıp daha derinlerini açmak için susuyordur o kadın işte. Sus kadınım, geçecek.

Çantasından bir not defteri ve kulaklık çıkardı kadın. Kulaklığı taktı. Sevdiği kadar sevilmeyen kadınların hep yaptığı gibi Yıldız Tilbe dinlemeye başladı. Sol elindeki eldiveni de çıkarıp sigarayı sol eline aldıktan sonra yazmaya başladı. Size yazdıklarını  elimden geldiğince birebir aktarmaya çalışacağım güzel insanlar. 



''Eksik kalınmışlık hissini üstümden atmaya karar verdim bu gece. Asıl acının terk edilmekten değil verilen ama tutulmamış sözlerden kaynaklandığını öğrendim. Nefretin en sevgi dolu boyutundayım şu an. Tam gidecekken tamamen, aklıma gelen en ufak bir mutluluk engel oluyor bana. Bütün suç kuşlarda sevgilim. Dünyayı güzel bir yer sanmamıza neden oluyorlar. Bunun doğru olmadığını ben öğrendim, senin de öğrenmen gerekecek. Büyümelisin.'


Kadın yazdığını okudu yüz buruşturarak. Telefonuna bir daha baktı mesaj gelmiş mi diye. Gelmemişti ama ağlamıyordu da artık. Hatta gülüyordu, susaraktı gülmesi de. Sigarasını bitirdikten sonra kalktı banktan. Eve gitmeyecek kadar huzursuzdu. Ben bu kadar tedirgin adımlar görmemiştim. Nereye gidiyordun sen kadın. Gitme kadın gitme.



Durağa kadar takip ettim onu. 413e bindi. Öğrenci vermiş olmalı. Gidemedim daha fazla kadınla. Dayanamazdım. Kadına söylemeliydim yaralarına karşılık açacağın bütün yaralarda sende de yeni yaralar oluşacak. 


İnce bir ağaç dalına kondum. Dalda sallanırken kadını düşünüyordum hala. Keşke o da kuş olsa, ben de hep kuş kalsam. Böcek olarak bile uyanamayacağım artık biliyorum. Biliyorum insanlığın gelmediği anlamları, hayat üzerinde atılan her adımların ne kadar anlamsız olduğunu. Biliyorum ama ben de susuyorum ya da uçuyorum. Başka acıları size anlatarak kendi anlamsızlığı unutmaya çalışıyorum.

Benden nefret edin güzel insanlar, nefret edin. Bu sabah ben de insanım ve kendimden utanıyorum.

27 Aralık 2014 Cumartesi

Rapunzel Ankara'da

Merhaba, bugün Ankara’da yine çok yağmur yağdı. Biz kar yağsın istiyorduk, arabaların üstümüze su sıçratmasını sevmiyorduk çünkü.

 Tanrım vazgeç artık şu ‘Yaparım, o benim nimetim.’ düşüncesinden. Arabalar bizi ıslatıyor.

Sefilliğim küçücük bir torbada, ama çok ağır. Kollarımı göğsümde birleşmiş bir halde torba da göğsümün üzerinde. Görünsün istemiyorum. Anlamasınlar.

Yürürken Sakarya’da Rapunzel’le karşılaşıyorum. Elleri göğsünde.

Sözcüklere gerek yok onu duyabilmem için anlıyorum derdini.

Saçları da yağlı.

Peşine takılmaktan kendimi alıkoyamıyorum. Ellerim hala göğsümde.

Adımları seyrek Rapunzel’in. Benim de öyle. Etrafına baktıkça ellerini göğsüne daha da sıkı sarıyor. Başı öne eğik birkaç adım attıktan sonra tekrar etrafını izlemeye başlıyor.

Bir binanın önünde duruyor. Bakışları tedirgin. Bulmak istemiyor ama arıyor . Biraz düşündükten sonra binaya giriyor, ben de arkasından giriyorum.

Merdivenlerden binanın ikinci katına çıkıyor. Ucuz giyimli yabancılar önce Rapunzel’i sonra beni süzüyorlar. Ağda odalarından bağrışlar ve cinsellik hakkında konuşmalar duyuluyor.

Rapunzel duruyor. Arkasını dönüp bana gülümsedikten sonra içeri giriyor.

Saç kesimi beş lira.

Yan yana oturuyoruz. Makas sesleri ve ayaklar altında ezilen saçlarımız.

Ah Rapunzel daha güzel gülümsüyorsun artık.

Kuaföre beş lira ve göğsümüzdeki keseleri veriyoruz.

‘’Bekledim, çok bekledim. Nerede olduğunu bildiğim halde bekledim. Sonra gelişinin anlamını düşündüm. Benden o kadar çok şey almıştı ki bu süre içerisinde, geldikten sonra yerini asla dolduramazdı. Ben de bana gelmesini engelledim artık. Siz de bunu artık klişe haline getireceksiniz. Kadınlar mutsuzluktan saçlarını kestirir yalanına inanacaksınız. Hayır işte bu doğru değil. Saç kestirmek ‘Artık bana gelemeyeceksin.’ demektir.’’


16 Aralık 2014 Salı

MASADA

Son iki aydır oturduğumuz masaya bakarak önünden geçtiğim yerde şimdi tekrar birlikte oturuyoruz.

Keşke bu masada oturma sebebimiz  sadece senin bende, benim sende kalan eşyaların hatırına olmasaydı.


Zamanla birlikte başka hayatlar da geçmiş üzerimizden. İtiraf etmesek de biliyoruz. Daha doğrusu ben biliyorum, sense gözlerini kaçırıyorsun. Oysa ne de çok severdin gözlerini kırpmadan beni izleyerek utandırmayı. Bakamıyorsun artık. Büyük ihtimal bakmak istemiyorsun ya da ne bileyim bakasın gelmiyor işte.

Başka hayatlar…
Bütün suç onlarda.

Garsona seslenirken sen ‘Merhaba’dan sonra söylediğim ilk şey ‘Limonlu soda.’ Oluyor.
‘Çay ve limonlu soda’ diyorsun sen de gülümsemeden. Üstüme alınmamdan korkup garsona bile nezaket göstermiyorsun.
Alınırdım.
Susmaya devam ediyoruz.
Siparişler geliyor.
Teşekkür ediyorum.
Gülümsemiyorsun.
Alınıyorum.

Konuşmaya birimizin başlaması gerekiyor, farkındayız. Bana korkularım engel oluyor sana burada bulunmanın anlamsızlığı. Bir şeyler anlamlı gelmiş olmalı ki yüzünü bana çevirerek konuşmaya başlıyorsun.

-Değişmişsin sen. Eskiden daha güzeldin sanki. İyi bak demiştim kendine. Neden dinlemedin beni?

-Yoo hala aynıyım. ( senden sonra gözlerimi kapatarak görmeye çalıştım çünkü. Senden sonra ben, ben olmaktan çıktım. Senden gidemedim diğer yarımı da diğer hayatlarla paylaştım. )

-Değilsin. Yanlış anlama güzelsin ama önceki kadar değil. Tabii bu beni ilgilendirmez artık ama senin için söylüyorum.

-Bence senin güzellik anlayışın değişmiş yoksa ben hala aynıyım yahu. Değiştim tabi ama o kadar da değil.( Değiştim hatta o kadardan fazla değiştim. Çirkinleştim çünkü mutsuz kadınlar güzel olamaz ki. O kadar mutsuzum ki hiçbir kozmetik ürünü bunu kamufle edemiyor. Hayatıma yeni giren adamlar bunu fark edemiyorlar en azından. )

-Neyse beni ilgilendirmez zaten. Öylesine söylemiştim.

-Öyle deme biz arkadaşız sonuçta. ( Olmaz olsun böyle arkadaşlık.)

Hafif bir gülümseme sonrası tekrar suskunluk başlıyor.

Neden susuyorsam söylemem gereken o kadar çok şey varken. Her şeyi en baştan yaşamak isterken neden susuyorsam. Diğer hayatlara gitmene izin vermemen gerekirken el sallayacağım birazdan sana. Ben o masada öleceğim.

Çayın bittiğinde ben neredeyse hiç içmemiştim sodamdan.

Kalkman gerekiyormuş.

Alacakları alıp, verecekleri verdikten sonra gittin.

Bense şimdi daha da çirkinim ve hayatımı daha fazla parçaya bölüp dağıtmaya devam edeceğim.


9 Aralık 2014 Salı

Katilim ve Ben

Zaman kiplerini parçalara ayırıp hepsini kuşlara vereceğim.

Merhaba katilim.
Beni bir kez daha öldürmen için tekrar sana geldim. Yok olana kadar ölmeye devam edeceğim dolayısıyla sana gelmeye de.
Ölümün saatini baş ucumuza kuruyorum.
Söz ölmeden gitmeyeceğim.
Söz bir daha öleceğim.

Uzaktayken o kadar güzelsin ki sevgili katilim.
Sana geleceğimin düşüncesi unutturuyor bana ölümü.
Kapıyı çalıyorum..
Kapıyı açıyorsun..
Sevişiyoruz..
                                         Yaşıyorum..
Susmaya başlıyoruz.
Ve ben ölüyorum.

Birlikte yaşadığımız koskoca bir mevsimi bir günde tekrar yaşıyoruz.
Sonlar hep aynı.
Düzmece hikayelere inandıktan sonra bu sonlar çok ağır geliyor.
Ne zaman ‘Ben artık alıştım’ desem-k
Yeni bir hikaye daha okuyorum-z.

En kötü rüyalarımı gördüğüm yatakta ruhum kelepçeli.
Kovalıyorum benliğinin ücra köşelerindeki kendimi.
Sakin olmak için şiirler, şarkılar mırıldanıyorum.
Umarsızlığın tenhasında dişlerimi sıkıyorum.
Katilim hızlı olmalısın.
Yetişmem gereken bir hayat var.

Kaybettiklerimin tesellisini arıyorum dar başlayıp giderek genişleyen caddelerde.
Trafik ışıkları var
Arabalar yok.
Yoldan yürüyorum, ayaklarım birbirine çarpıyor.
Katilim, bu sokakta çocuklar yok.
Sen nerdesin?

Zaman kiplerini almadı kuşlar.
Ben de hepsini yakmaya karar verdim.


Bu kez birlikte öleceğiz sevgili katilim.






8 Kasım 2014 Cumartesi

Her Neyse

Sana gelmek istiyorum sadece sana. Gecenin puslu rengine aldırmamak istiyorum. Günlerin geçişinde anlam aramaktan çok sıkıldım sanki. O bilinmezlik var ya işte insanı kemiren, öyle bir hale getirdi ki beni uyuştum hissedemiyorum bile.

Dostoyevski yanılmış acımdan haz falan alamıyorum ben. Bakın nasıl da canım yanıyor hepiniz benim acımı görmelisiniz diyemiyorum. Suskunlaşıyorum hep yaptığım gibi.

Hayatı basite indirgemece oynayalım mı seninle? Matematik dersi gib, sürekli aynı şeyleri üzerine yenileri eklenerek tekrar tekrar yaşadığımızın farkında değil misin? Ama giderek zorlaşıyor işte, giderek artıyor acı eşiğimiz tahammül sınırımız, kayıplarımız ve sevgilerimiz. Büyüyor. Lakin kalpte tamamen tersi. Küçükken mahallende herkesi sevebilirdin mesela. Kavga ettiğin arkadaşlarını bile severdin. Küslükler kırgınlıklar küçüktü ve sen her şeyi kalbine sığdırabiliyordun. Şimdi sevmediğimiz insan sayısı sevdiklerimizden az. Unutuyoruz sevgilim sevmeyi unutuyor. Hatta nasıl sevmememiz gerektiğini de unutuyoruz. Belki hala senin kocaman kalbin olduğundan ve o çocuksuluğundan kalbinde sevmediklerine de yer var. Kendini ve sevdiklerini çiğneyebilecek kadar büyük bir yer hem de.

Yola bakıyorum, bir saat içinde sol şeritten sağ şeride kıyasla daha fazla araba geçerse mutlu olabileceğimizi düşünüyorum. Hayatımı-zı- kumara yatırıyorum. Kaybedince de aşkta kazanırım ne olsa tesellisi veriyorum kendime.

Sessiz gidişlerin yankısı büyük olur sevgilim, kulaklarımı kapatmam duymama engel değil. Kendi sesimi bile duyamıyorum bu aralar. Kelimelerimin pek bir anlamı kalmadı.

Varlığın anlamı yoklukla çıkar-mış ortaya. Yokluğumu da sevmiyorum yokluğunu da. Mutsuzluğu heceleyerek, harf harf, tekrar ve tekrar okuyorum. Geçecek,geçmeli ya da geçmeden tekrar gelmeli.

Çocukluğumu yıktılar bu hafta, gençliğimi ve olası geleceğimi. Başka türlüsünü istemediğim halde yıktılar. Ankara hapsediyor beni, kendime gitmeme imkan vermiyor.

 Sevdiklerim ah sevgili sevdiklerim bu kadar sevilmek zorunda değildiniz. Hastalık olmalı bu, tahammülün son reddinde olan bir hastalık. Sevince daha güzel falan değil dünya. Şarkılar, şiirler ve kitaplar hep bizi kandırdılar. İskenderiye Kütüphane’si de benim gibi düşünenler tarafından ‘Mutsuz olacaksak sikerim böyle bilgiyi.’ diyerek yakıldı belki de. Bırakın cahil ve mutlu olarak ölsün bazı insanlar. Bilmek isteyenler mutsuzluk senedi imzalasınlar. Bencilliğimizi bir kez daha insanlıktan üstün görelim ne çıkar ki?

Medenice bütün sorunları konuşmamız gerekiyor da olabilir sevdiklerimizle. Ama ben onu da beceremem ki. Sarılmaktan konuşamam. Sarılalım ve çözülsün bütün sorunlar başka bir şey istiyorum ki. Çok geç olmadan sarılmamız gerek, benim kabuk bağlayan yaralarım betonlaşır çünkü. İçi ne kadar yanarsa yansın yaranın geçirmez olur.


Saygılar. Dilara ya da her neyse.

23 Ekim 2014 Perşembe

Kullanılamamış Kelimeler


Terk edilmeye yüz tutmuş duvarlarımın üzerine düşülmüş notlardan ibaret bütün geçmişim. Oldurmak diye bir şey varsa orada değiller. Daha doğrusu ben göremiyorum, başaramıyorum.

Savaşmam için önce kendimle ittifak kurmam lazım. Güvenemiyorum düşmanım da yok zaten duvarlarımdan başka. Yıkarsam anılarım gider, yazıların gitmesi ruhumda iyileşemez yaralar bırakır. Kendime inanmazsam, neye inanabilirim ki?

Mutluluk kadar üzücü bir şey yok. Varlığına inandır, alışamadan çek git. Duvarlarımda mutluluğun kokusu kalmadı. Yazılardaki en ufak mutluluk kalıntıları puslandı.

Senin duvarların da parçalanmış ama hala mutluluk kokuyor. Benim kokumdan çok başka kokular var. Yazamıyorum oraya, tırnaklarımla kazıyasım geliyor, çabalıyorum bu canımı yakıyor doğru ama canım yandığı için ağlamıyorum.

Başaramadığım için.